HONG KONG

Önce, Hong Kong'a gidelim diye yola çıktık. Öylesine...  hesapsız, kitapsız bir gidişti bizimki...
Biraz ortamdan kaçış, biraz yorgunluk atmaktı amacımız.
Önümüzde tam dokuz günlük bir tatil vardı. Hong Kong'u gezip görmek için yetip de artacak koca bir dokuz gün!
Böyle olunca biz de gezinin başına
-Hong Kong'un hemen yanıbaşındaki- Makao'yu ekleyiverdik.
(Bir önceki sayfada Makao yazısına ulaşabilirsiniz)
Yukarıda da değindiğim gibi üzerinde çalışılmış çok da planlı bir gezi değildi bu...Üstelik dinlenmek adına Hong Kong'un ideal bir yer olduğunu söylemek de zor, biliyorum.
Ancak ortam değiştirmeye kaygısızca sokaklarda dolaşmanın hafifliğini eklemek ya da kalp tepe atım sayımı arttıran ülke siyasetinden uzaklaşmak, bir de tüm bunların üstüne alışveriş cennetinin içine düşmek bana ilaç gibi geldi.

Hong Kong gezimizi anlatmaya başlamadan önce ülkenin yakın tarihine damga vuran "İngiliz sömürge döneminden" bahsetmezsem olmaz!
Çok uzağa gitmeden 19. yüzyılın başlarına gelelim. Doğu'da, şimdi olduğu gibi o zaman da büyük topraklara ve nüfusa sahip olan bir Çin, Batı'da ise dünyanın zenginliklerini keşfeden, keşfettikçe iştahı kabaran ve sömürgeleştirme yoluyla bu zenginliklerin üzerine rahatça konmayı öğrenmiş sözde uygar devletler vardı.
O yıllarda İngilizler, Hindistan'a kadar gelmiş ve bu koca ülkeyi sömürgeleri arasına katmışlardı bile... Sıra Çin'e gelmekte gecikmedi.
Önce, diğer sömürgelere de başta uyguladıkları gibi Çin'le ticaret antlaşması yapmak istediler. Ancak karşılarında dışa tamamen kapalı bir ülke vardı.
Eskiden beri Çin'in yabancılara açık sadece tek bir limanı vardı o da "Kanton Limanı"... Hindistan'a yerleşmiş olan İngilizler bu limandan çay, ipek, porselen gibi ürünler alıyor ve karşılığında Çin'e büyük paralar ödüyorlardı. Para değil de kendi ürünlerini Çin'e sokarak ticaret hacmini arttırmak isteyen İngiltere ise her defasında Çin engeline takılıyordu.
Bunun üzerine başka bir yol bulundu; Hindistan'da üretilen afyon gizli yollardan Çin'e sokulmaya başlandı. Çinliler zaten ilaç yapımında kullandıkları afyona yabancı değillerdi ve afyon bağımlılığı ülkede hızla yaygınlaşmaya başladı. Kayıtlara göre halkın üçte biri afyon bağımlısı olmuştu.
İngilizler bu işten iyi para kazanıyorlardı!!!
Tüm bu gelişmelerden sonra Çin hükümeti, bu hızlı gidişat karşısında afyon yolunu kesmeye çalışır. Tabii ki İngiltere bu durumdan çok rahatsız olur ve bir bahaneyle Çin'e savaş açar.
Böylece "Afyon savaşları" olarak adlandırılan, bir dizi savaş sonrasında Çin yenilir ve "Nanking" antlaşmasını imzalamak zorunda kalır.

İşte, bu antlaşma maddelerinden biri de Hong Kong Adası'nın İngiltere'ye bırakılmasını içeriyor.
Yukarıdaki fotoğraf ise sömürge dönemine güzel bir örnek! Fotoğraf 1953 yılına ait; II. Elizabeth'in taç giyme töreni kutlamalarında çekilmiş. Çekildiği yer ise Hong Kong'un en ünlü caddelerinden biri olan Nathan Road...

Nathan Road'ın günümüzdeki son hali ise böyle:) Yazımın ilerleyen bölümlerinde bu caddeden tekrar bahsedeceğim.

Biz yine eskiye dönelim; İngilizler ilerleyen yıllarda sadece Hong Kong Adası'nı almakla yetinmez. Çin ana karasındaki şimdiki Hong Kong sınırları içinde kalan Kowlon Yarımadası'nın güneyini de alırlar.
1898'de imzalanan bir diğer antlaşma ile, İngiltere Kowlon Yarımadası'nın kuzeyini de sömürgeye dahil eder ve bu bölgeye "New Territories" adı verilir. Ancak New Territories özel bir statü ile sömürgeleştirilir; 99 yıl sonra yani 1997'de Çin'e iade edilmek üzere...
İşte, 1 Temmuz 1997'e gelindiğinde 99 yıllık kiralamanın da sonuna gelinmiştir. Taraflar arasında sıkı pazarlıklar yapılır. İkili görüşmeler sonucunda sadece kiralanan New Territories değil, Hong Kong'un tamamı Çin'e devredilir.
Ancak! Her iki ülkenin ortak deklarasyonu şöyledir; Hong Kong devir tarihinden sonraki 50 yıllık süre içinde sadece dış işleri ve savunma konularında doğrudan Çin'e bağlı olacak şekilde "Özel İdari Bölge" statüsünde özerk olacak.
Şimdiden bu 50 yılın 20'si geçti bile. Geriye bir 30 yıl daha var.
Bakalım bu antlaşmanın sonunda Hong Kong'un geleceği nasıl şekillenecek? Eskinin mazlum şimdinin baskın rejimi olan Çin, bu zengin ülkenin kanatlanıp elinden uçmasına izin verecek mi?

Hong Kong başlıca dört ana bölgeye ayrılmış;
1-New Territories; bu bölgeyle hiç ilgilenmedik.
2-Lantau Adası, havaalanının bulunduğu ada ve çevre küçük adalar; Hong Kong toplamda 235 ada'ya sahip. Bunların arasında en büyük ve en turistik olanı Lantau...
Başta, biz de Lantau Adası'na gitmeye niyetlendik çünkü adada turistlerin ilgisini çeken dünyanın en büyük Buddha heykeli bulunuyor.
Yüksek bir tepede konumlanan heykele gitmek için de muhteşem manzaralar eşliğinde, yaklaşık 20 dakika süren teleferik yolculuğu bu gezinin en güzel ayağını oluşturuyor.
Bizim Hong Kong'da olduğumuz hafta ise teleferik bakıma girmiş çalışmıyordu. Böyle olunca adaya gitmekten vazgeçtik ve alışverişe devam ettik.
Ayrıca "Hong Kong Disneyland"ın da Lantau'da olduğunu hatırlatmalıyım.
3- Hong Kong Adası; Olmazsa olmazlardan. Birkaç kez değişik yollardan bu adaya geçtik.
4- Kowloon Bölgesi;Hong Kong'un kalbi. Nüfusun en yoğun olduğu yer ve otelimizin olduğu yarımada...
Bu özet bilgilerden sonra gezimizi anlatmaya başlayabilirim. Gerçi Hong Kong uzun uzadıya nasıl anlatılır bilmiyorum ama bakacağız bakalım:)

Biz bu seyahate kız kardeşim ve eşlerimizle çıktık. Otel seçimi de ortak kararımızdı.
Bu seçimde Viktorya Körfezi'ne bakan bir odada kalmak olmazsa olmazlarımızdan biriydi.
Sonra Booking.com da yüksek puanlı oteller arasında bir arama yaptık ve kalmak için İcon Otel'de karar kıldık.
Elbette yüksek puanlı otel çok yıldızlı otel anlamına gelmiyor. Temizlik, verilen hizmet, personelin güler yüzlü olması gibi konularda müşterilerin değerlendirmeleri o otelin puanını oluşturuyor.
Tüm bunların yanında -özellikle Hong Kong otelleri için söylüyorum- seçeceğiniz odanın metrekaresine mutlaka bakmalısınız.
İnternetten otel seçerken gördüğümüz fotoğraflar bazen yanıltıcı olabiliyor. Oteli beğenirsiniz ancak odaya girdiğinizde "valizimi nereye sığdırsam" gibi bir durumla karşılaşmanız olası.
Benim için oda boyutunun önemi yok diyorsanız sorun da yok. En azından bilerek giderseniz bir sürprizle karşılaşmazsınız. Çünkü bu ülkede binalar büyük, yaşam alanları inanılmaz küçük.












Genelde, yaptığımız seyahatlerde gittiğimiz otellerin havuzlarına çok nadir gireriz. Bulunduğumuz şehri gezip görmek varken havuza girmek bize zaman kaybı gibi gelir.
Ancak Hong Kong'da durum farklıydı. Çünkü dikine büyüyen bu şehirde sıcaklık, olması gerekenden daha fazla hissediliyor ve nem oranı da inanılmaz yüksek!
Sonuç olarak; sıcaklık, nem ve yüksek binaların hepsi bir araya gelince nefes almakta bile zorlandığım anlar oldu ve rüzgarın bu şehre hiç uğramadığını düşündüm.
İşte kaldığımız otelin havuz terası bu konuda imdadımıza yetişti ve rüzgarın da Hong Kong'da var olabileceğini bize gösterdi.
Yani özetle diyeceğim o ki, hava şartları Kasım ayında olmamıza rağmen bizi bu kadar bunalttıysa sakın ola ki yaz aylarında "Hong Kong'a bi gidip gelelim" demeyin!
Benden söylemesi👊

Yukarıda Hong Kong'u bölge olarak kabaca dörde ayırmıştım. Biz bu dört bölgeden Kowloon Yarımadası ve Hong Kong Adası olmak üzere ikisinde bulunduk.
Şimdi sırayla bu iki bölgeden bahsedeyim. Önce KOWLOON... 

KOWLOON 
Victoria Limanı'na doğru uzanan bir yarımada Kowloon...  Ülkenin, hatta dünyanın en yoğun nüfusuna sahip bir bölge...
Her ne kadar burası için mecazi anlamda "karanlık taraf" dense de sürekli yanan neon ışıklarıyla aslında bir cazibe merkezi...
Hong Kong Adası'na göre daha Çinli, daha keşmekeş, daha gürültülü ve daha eski olmakla birlikte bir o kadar daha gerçekçi ve çılgın...











Kowloon'un uzun bir ana caddesi var; "Nathan Road"
Kowloon'da olup da bu caddeden geçmemek mümkün değil. Güneyde Victoria Limanı'ndan başlıyor kuzeye doğru devam ediyor.
Cadde boyunca ve ara sokaklarda binlerce mağaza var. Gece oldu mu parlak ışıklar altında, geç saatlere kadar alışveriş yapabileceğiniz canlı mı canlı bir yer burası.
Ayrıca her tür elektronik malzemeyi de bulabileceğiniz dükkanlar yine bu caddede sıklıkla karşınıza çıkacak. 
Sonuçta Nathan Road, dönüp dolaşıp tekrar tekrar geleceğiniz yerlerden biri...

Şimdi, Nathan Road üzerinden; Viktoria Limanı'nı arkanıza alarak kuzeye doğru gittiğinizde rahatlıkla bulabileceğiniz bir semtten, Mong Kok'tan bahsetmek istiyorum.
Mong Kok 2013'de "Guinness Rekorlar Kitabı"na metrekare başına dünyada en fazla insanın yaşadığı yer olarak girmiş.
Genelde spor malzemeleri satan dükkanların çoğunlukta olduğu, bunun yanı sıra oyuncaktan iç çamaşıra kadar her şeyi bulabileceğiniz geniş bir pazara ev sahipliği yapıyor.

Yine Mong Kok'da "Ladies Market" adında bir pazar yeri bulunuyor. Ayakkabıdan kıyafete, takıdan hediyelik eşyaya kadar birçok ürünü bulacağınız pazar oldukça neşeli ve gerçek bir Hong Kong alışveriş deneyimi yaşatıyor.
Pazarda kalite beklemeyin. Genelde tasarım markalarının zayıf replikalarını bulacaksınız.
Gördüğüm diğer pazarlarda olduğu gibi burada da pazarlık olmazsa olmazlardan biri ve nihai fiyatı %50'ye düşürmeyi hedeflemelisiniz😂













Pazarlar daha bitmedi:) Bir diğeri Nathan Road'a çok yakın, onun paralel sokağına kurulan "Temple Street Night Market."
Bana göre gidip görülmesi gereken yerlerden biri...
Hong Kong'un en hareketli bölgesine kurulan pazar, akşam 18'de açılıyor ve gece yarısına kadar devam ediyor.
Aynı zamanda buradaki sokak araları, popüler Kanton deniz ürünleri, Japon, Hint yemekleri ve İtalyan pizzalarını bulabileceğiniz birçok atıştırmalık tezgahıyla inanılmaz bir restoran yelpazesi sunuyor.












Nathan Road üzerinden, bu sefer tam ters istikamete; sahile doğru inerken karşınıza "1881 HERİTAGE" isimli bir alışveriş merkezi çıkacak.
Viktoria döneminden kalan bu büyük bina eskiden deniz polisine aitmiş ve korsanların yakalanıp atıldığı zindanlar şimdi şık bir alışveriş merkezine dönüştürülmüş.
Özellikle mücevher ve saat tasarım modasının önde gelen markalarını bulabileceğiniz 1881 Heritage, ayrıca alışveriş sonrası dinlenip yemek yiyebileceğiniz oldukça nezih bir kafe ve restorana da sahip.

Şimdi Hong Kong'un en ünlü semtlerinden birine gidelim; "Tsim Sha Tsui"ye... Hani o fotoğraflarda gördüğümüz Hong Kong'un en güzel manzaralarının alındığı yere...
Haritaya baktığımızda; Tsim Sha Tsui, Kowloon Yarımadası'nın denize doğru uzanan kısmında Hong Kong Adası'nın tam karşısında yer alıyor.
Bölgenin adını Çinli olmayan birinin telaffuz etmesi çok zor. Biz söyleyemedik. Onun yerine ortak dildeki TST (Tee-Ess-Tee)yi kullanabilirsiniz.


Tsim Sha Tsui, Hong Kong'un en önemli semtlerinden biri demiştim. Büyük alışveriş merkezlerinin olduğu bölge, aynı zamanda sömürge döneminden kalan tarihi feribot iskele ve saat kulesiyle ufak da olsa tarihi bir farkındalık yaratıyor. Onun dışında sokaklar, -gece gündüz fark etmiyor- alabildiğine kalabalık, renkli ve teknolojik.

Tsim Sha Tsui'de pek çok alışveriş merkezi var. Ancak limanda, feribot iskelesi ve saat kulesinin hemen yanındaki Harbour City, Hong Kong'un en büyük ve en farklı alışveriş merkezi... 
O yüzden kaçırılmaması gereken yerlerden biri...

Hong Kong Limanı'nda ya da diğer ismiyle Victoria Harbor'da her akşam saat 20:00 de "Işıkların Senfonisi" adı verilen, müzik eşliğinde on beş dakikalık bir lazer gösterisi yapılıyor.
Dünyanın en büyük ışık ve müzik gösterisi olarak 2005 yılında Guinness rekorlar kitabına girmiş.
Lazer ışıklarının çıktığı gökdelenler ise Hong Kong Adası'nda bulunuyor. Böyle olunca gösteri en iyi Kowloon sahilinden ya da gösteri için özel olarak denize açılan "Dukling" teknelerinden izlenebiliyor.

Biz ikinci yolu tercih ettik ve gösteriyi izlemek için tarihi balıkçı teknelerinden birine "dukling"e binerek Victoria Limanı'nın her iki yakasındaki ışıltılı gökdelenler arasında gidip geldik.
Eskiden sadece bir balıkçı köyü olan Hong Kong'u, o günleri anımsatan bir tekneyle dolaşmak oldukça keyifliydi.
Bu ara tekne biletleri feribot iskelesinde satılıyor ve yaklaşık kişi başı 200-250 HK doları diye hatırlıyorum.

Kowloon-Hong Kong Adası arasında "Star Ferry" adı verilen vapurlar çalışıyor; tıpkı bizim İstanbul şehir hatları vapurları gibi -rengi dışında- onlara çok benziyor.
Yolculuk uzun sürmüyor 7-8 dakika sonra karşı yakadasınız. Üstelik bunu 2-3 HKDoları'na yapıyorsunuz ve bu süre içinde Victoria Limanı'nın en güzel fotoğraflarını çekme şansınız var.
Star Ferry 1898'den beri yolcu taşıyor ve Hong Kong'un simgesi olarak kabul ediliyor.
Aslında her iki yaka, dünya standartlarında bir kara ve demiryolu tünel altyapı sistemiyle birbirine bağlanmış durumda. Ancak dünyanın en çok fotoğraflanan limanındaki muhteşem manzarayı izlemek isteyen yolcuların Star Ferry'i tercih edecekleri de bir gerçek!

"Tsim Sha Tsui"nin haritadaki yerine baktığınızda geniş bir U çizerek Hong Kong Limanı'na doğru bir kavis yaptığını ve semtin batı-doğu diye ikiye ayrıldığını görürsünüz.
Yukarıda; iskele, saat kulesi ve Harbor alışveriş merkezinden bahsetmiştim. Bunlar Tsim Sha Tsui'in batısında kalıyor. Bizim kaldığımız otel ise doğu kısmında...
Bir sabah, kahvaltı sonrası otelden çıkıp "Tsim Sha Tsui"nin bir ucundan diğer ucuna doğru sahilden yürüyüşe geçtik.

Halka açık olan sahil yolu Hong Kong'un silüetini görmek için en iyi yerlerden biri. Buradan Victoria Limanı'nın ve Hong Kong'un hemen hemen tüm ikonik gökdelenlerini izleyebiliyorsunuz.

Ancak bu şehirde öylesine gökdelen çılgınlığı var ki, örneğin; güzel güzel manzara seyrederek sahilde yürürken yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi birden yolunuza devasa bir beton yığını çıkabiliyor.
Hadi caddeye atlayıp bina boyunca bir U çizip tekrar sahil yoluna iniyorsunuz. Güzel mi? Hiç değil!

Yine sahil yolu üzerinde bulunan, ancak şimdilerde yenileme çalışmalarından dolayı kapalı olan  "Avenue of Stars" dan bahsetmek istiyorum.
Avenue of Stars, Hollywood Bulvarı'ndan esinlenerek yapılmış, yakın zamana kadar da yol boyunca Hong Kong'lu sinema sanatçılarının -örneğin; Jackie Chan ve Bruce Lee gibi- yerde el izleri ve imzalarıyla birlikte heykellerinin de sergilendiği bir yürüyüş yolu.
Her ne kadar biz fotoğraftaki haliyle burayı göremesek de lokalizasyon olarak Hong Kong'un gezilmesi gereken yerlerinden biri...













Şimdilerde ise yenileme çalışmaları bitene kadar Avenue of Stars, bir üst caddenin yanındaki park alanına; Yıldızlar Bahçesi'ne taşınmış. Biz de bu sebeple grafitilerle süslü duvarları olan Yıldızlar Bahçesi'ne uğramadan edemedik.


HONG KONG ADASI
İngilizler Hong Kong'da ilk bu adaya yerleşmişler. O yüzden midir bilmem ama hemen bir karşı yakadaki Kowloon ne kadar Çinliyse Hong Kong Adası'da bir o kadar batılı ve modern...
Hong Kong'un aynı zamanda şehir merkezi olarak geçen bu kısmı dünyanın önde gelen markalarına, uluslararası bankalara, şirket merkezlerine ve lüks dairelere ev sahipliği yapıyor.

Hong Kong'a geldiyseniz seyahat bütçesinin çoğu alışverişe gidiyor. Çünkü yüzlerce alışveriş merkezi var.
Nasıl bizde adım başı ya da her AVM'de "Koton, Mavi" vb... markalarla karşılaşıyorsak burada da "Chanel, Dior vb..." tarzındaki lüks mağazalar gittiğimiz her yerde karşımıza çıktı ve bu mağazalar içeride belli sayıda müşteri bulundurduklarından sanki indirime girmişler gibi kapı önlerinde uzun kuyruklar vardı.













Evet, Hong Kong bir alışveriş cenneti... Ancak baştan belirtmeliyim ki, burası pahallı bir şehir. Öyle ucuza alışveriş yaparım umudunu taşıyorsanız, taşımayın! Ucuza bulduğunuz ürünlere de şüpheyle yaklaşın!
Hepimizin bildiği gibi burada alışverişten vergi alınmıyor ama, marka ya da kaliteli bir ürün almak istediğinizde de sizi heyecanlandıracak fiyatı kimse vermiyor!

Kowloon tarafında kaldığımızdan Hong Kong Adası'na birkaç kez değişik yollardan geçtik. Tabii ki en güzeli ve en manzaralı olanı "Star Ferry"le yaptığımız yolculuktu.

Metro ve taksiyi de kullandığımız oldu. Ne yazık ki çoğu büyük kentlerde olduğu gibi trafik burada da sorun.

Bir akşam Hong Kong Adası'nın en turistik mekanı olan "Victoria Peak"e gittik.
Victoria Limanı, Hong Kong Adası ve Kowloon'u kuşbakışı seyretmek istiyorsanız adanın 552 metre yüksekliğindeki bu en yüksek tepesine çıkmanız gerekiyor.
Tepeden görünüm Victoria Peak'ı Hong Kong'daki en popüler cazibe merkezi yapmaya yetiyor da artıyor bile... Ancak manzara için tepeye çıkmak yetmiyor, Peak Tower AVM'nin 360 derecelik seyir terası "Sky Terrace 428"e mutlaka uğramalısınız.

Victoria Peak'e çıkmanın en keyifli yolu elbette "Peak Tram" adı verilen bir tramvaydan geçiyor. "Peak Tram"in geçmişi ise oldukça eskiye dayanıyor. Tramvay ilk seferine 1888 yılında başlamış ve Asya'nın da ilk füniküleri olarak kabul ediliyor.
Eskiden, Hong Kong'un İngiliz sömürgesi olduğu zamanlarda, vali ve üst düzey İngilizlerin rezidansları bu tepede bulunmaktaymış. Buranın serin ve esintili havası, hem tropik hastalıklardan izole olmalarına hem de Hong Kong'un dayanılmaz yaz sıcaklarından korunmalarını sağlamış.
İşte, "Peak Tram" o yıllarda burada oturan sakinler için yapılmış ve günümüze kadar seferleri hala devam ediyor.
Ancak, Victoria Tepesi milyonlarca kişinin ziyaret ettiği bir yer. O yüzden sadece tramvaya bilet almak için bile uzun kuyruklarda beklemeyi göze almalısınız. Bitmedi, sonra Peak Tram"a binme kuyruğu var. Haydi zirveden inerken tekrar sıraya girme telaşı derken bu tramvay işi epey zahmetli ve can sıkıcı!
Biz o yüzden Victoria Peak'e çıkmak için ne yazık ki taksiye binmek zorunda kaldık. Keşke bu nostaljik tramvaya binseydik ama olmadı.

Yukarıda, Victoria Peak'deki seyir terasından bahsetmiştim. İşte o terasın bir alt katında dünyaca ünlü "Bubba Gump" isimli bir karides restoranı var. Restoranın konumu o kadar iyi ki, sanki "Sky Terrace 428"de oturup yemek yiyormuşçasına Hong Kong manzarasını cömertçe size sunuyor.
Burası için daha Türkiye'deyken rezervasyon yaptırdık. Çünkü inanılmaz kalabalık bir yer. Eğer daha önceden yer ayırtmadıysanız kapıda kuyrukta bekleme yüzdeniz çok yüksek!



















"Forest Gump" filmini eminim seyretmişsinizdir. 1994 yılında 13 dalda Oscar'a aday gösterilen film 6 dalda Oscar ödülü almıştı.
Bubba Gump Karides Şirketi'de bu filmden esinlenerek hazırlanmış dünyanın birçok şehrinde şubesi olan bir Amerikan restoran zinciri... Şirketin adı, karides endüstrisine girmek isteyen filmin iki ana karakteri Bubba Blue ve Forrest Gump'ın adını taşıyor.
Sunum ise oldukça ilginç, karidesler alüminyum tepsilerin içine yayılmış gazete kağıtları üzerinde geliyor. Bir taraftan yemeğinizi yerken diğer tarafta filmin geçtiği yıllara ait gazete haberlerini okuyorsunuz.
Kaşık çatalın olmadığı, değişik lezzetteki soslara batırılarak elle yenilen karideslerin lezzetini ve yemeğin rahatlığını ise anlatmama gerek yok!












Yine bir akşam Hong Kong Adası'nda bulunan SoHo"ya gittik ve Hong Kong'un önde gelen bar ve gece hayatı bölgesi olarak kabul edilen Lan Kwai Fong'daydık.
Burası daha çok beyaz yakalıların iş çıkışı toplanıp birkaç kadeh attıkları bir yer. Ancak hafta sonları sokaklara kadar taşan partileriyle ünlü.
Hadi bizde onlara katılalım dedik ve adını önceden duyduğumuz ünlü CE LA Vİ gece kulübüne gittik. Ama heyhat, beylerimiz şortluydu ve resepsiyondaki kadın nazikçe bizi reddetti. Biz de küsüp gidecek değiliz ya, kalabalığı sokaklara kadar taşan barın birinde zor da olsa kendimize bir yer bulup eğlenceye buradan devam ettik.

İşte böyle, bir gezinin daha sonuna geldik. Hong Kong, alışveriş odaklı olmasından dolayı diğer seyahatlerimizden biraz daha farklı, fazla teknolojik ve baş döndürücüydü.
Caddelerinde yürürken zaman zaman "görünmez" olduğumu düşündüm. Çünkü sokaktaki insanlarla göz göze gelme gibi bir şansımız olmadı:) Ya işleri çoktu bir koşuşturma içinde ya da ellerinde teknolojik bir aygıt, başlar önde dış dünyadan kopuk bir haldeydiler.
Ama biz dörtlü olarak birbirimizin fazlasıyla farkındaydık ve kendi aramızda çok eğlendik.